Bazı kentler, bazı yerlerin kalbidir. Kimi şehirler kimi ülkelerin göz bebeğidir. Bazı beldeler bazı bölgelerin incisidir… Bu da böyle uzayıp giden benzetmeler silsilesidir. Isfahan ise bunlardan hiçbiri. Ama çok daha fazlası. Hatta içinde Isfahan geçen bir gezi yazısında söylemek adettendir illaki; Isfahan cihanın yarısı eder. Biz değil şair söylemiş bunu. Şairler, hayalperesttirler evet, ama yalan söylemezler. Isfahan gerçekten de cihanın yarısı eder.
Ha, ben gördüm mü ki cihanın tamamını, hayır. Uçak bileti buldukça, elimin yettiği her yere ayak basmaya gayret ediyorum, hepsi bu. Ama Isfahan pek çok kentin veremediği bir sıcaklık verdi bana. Ve Isfahan’a siz de bir kez ayak bastıktan sonra, eminim yine gidip görmek isteyeceksinizdir.
Safavi Devleti zamanlarının başkenti olan bu güzel mi güzel kent, günümüzde ülkenin üçüncü büyük şehri. Ama Isfahan’ın ihtişamı bu büyüklükten gelmiyor. Başkaca şeyler var. İran’ı ziyaret eden pek çok kişi aklında sadece Isfahan’la dönüyorsa bir sebebi olmalı. Tek bir kentten ülkenin en güzel yeri diye bahsetmek elbette haksızlık olur, aynı şekilde İran’dan da salt ülke diye bahsetmek eksik kalır. Diyar sözcüğü daha çok yakışıyor sanırım buraya. Sahiden de İran sanki efsunlu bir diyar, Isfahan da bunun hakkını veren en güzel yeri.
İran: Gitmek ya da Gitmemek
Neredeyse son kırk yıldır şeriat rejimiyle yönetilen İran İslam Cumhuriyeti, konu seyahat olunca insanı şöyle bir duraksatıyor. İnsanları kategorize etmek hiç de doğru değil tabii ama, kategorize etmeye kıyamadığımız bu insanlar tam da burada ikiye ayrılıyor: Hep İran’ı merak edenler, ‘Yok canım orada ne işim olur’ diyenler.
Orayı hep merak edenlerin, hatta ben gibi düşlerinde dahi İran’a gidenlerin işi kolay, iş bir uçak biletine bakar. ‘Yok canım orada ne işim olur’cuların ise, bu Isfahan güzellemesiyle o gizemli diyara merak duyacağından hiç şüphem yok.
Nakş-ı Cihan’dan, Si-O-Se Pol’den, Mescid-i Cuma’dan, Heşt Beheşt’ten bahsetmeden önce İran’da sizi neler bekliyor, ballandıra ballandıra bundan bahsetmek isterim. Çünkü bahsettiğim o güzel, o “görülmesi gereken” yerlere pekâlâ Google görseller aracılığıyla da erişebilirsiniz. Ama İran’da, yalnız Isfahan’da değil, herhangi alelade bir kentte bile birkaç gün geçirmenin tadının hiçbir görselle tarifi yok. Sözler de pek kâfi gelmez belki ama yine de bahsetmekte fayda var.
Orta Doğu’nun, hatta biraz daha iddialı konuşayım, cihanın en güvenli ülkesine geliyorsunuz öncelikle. Belki çoğu zaman kendi mahallenizde bile gece vakti yürümekten imtina edersiniz, bir yerlerden geç olmadan vakitlice kalkmak istersiniz. Fakat İran’da evinize dönmek için aceleye gerek yok. Sokaklar günün her saati güvenli.
Peki otele değil de eve dönmek ne demek? İran’a gidince otellerde de konaklanır elbet ama sokakta selamlaştığınız, adres sorduğunuz, muhabbet ettiğiniz herkes sizi en az bir kez evinde ağırlamak isteyecektir. Bundan kaçış yok. İran ne mutlu ki hiç ama hiç yozlaşmamış, dokusunu yitirmemiş bir yer. “Tanrı misafirliği” kavramı gerçekten yaşıyor. Sokakta birilerinin sizi fark edip eve davet etmesini de beklemeksizin çat kapı bir eve dahi gitseniz kimse sizi geri çevirmeyecektir. Misafire kapılar her daim ardına kadar açık. Bu sebeple de İran’ı yalnız ülke diye nitelemektense, başa her daim hoş şeylerin geleceği gizemli mutlu bir diyar olarak nitelemeyi yeğlerim.
Para, Pul, İnsanlık
Bu güzel diyarın çok sıfırlı para biriminin ismi Riyal. Çok sıfırlı olduğundan, ya da neden bilmiyorum, insanlar bir sıfır atıp Tümen diyor Riyal yerine. Kafanız karıştı mı? Seyahatinizin ilk günlerinde karışabilir, normaldir. Aslında basit: Yüz bin Riyal = On bin Tümen.
O on bin Tümen de on Lira’ya yakın bir para ediyor. Ama İran’da böyle sıfırların, paraların pek de önemi yok. Alışveriş yaptığınız esnaf, yemek yediğiniz restoran sahibi, yabancı olduğunuzu anlayınca paranızı kabul etmek istemeyecektir. Bunu istisnasız her seferinde yaşayacaksınız. İran çok uluslu, çok dilli bir memleket. Kuzeyden güneye farklı etnik kimlikler var. Alışveriş yaptığınız her bölgenin de kendi dilinde, parayı her uzattığınızda “senin paran burada geçmez” manasına gelen sözler duyacaksınız. Isfahan da Fars elinde olduğundan burada alışveriş yapınca bu lafı sık sık Farsça işiteceksiniz. Lütfen o inceliğe o nezakete aldırmadan parayı birkaç ısrar sonrasında uzatın. İnsanlık var tamam ama adamlar aç mı kalsın?
Bir de dürüstlükle söyleyeyim, aslında Isfahan İran içinde esnafının biraz pinti olmasıyla nam salmış bir yer. Belki büyük belki turistik bir kent olduğundandır. Fakat pintisi bile böyle bonkör iken, küçük kentlisi, köylüsü nasıldır İran’ın varın siz düşünün. Bu sebeple Isfahan’a kadar gelmişken derinlere inmeyi de unutmayın lütfen.
Seyahatler, şehir gezmekle değil, kasaba köylerde kaybolarak anlam kazanıyor bence.
Isfahan’a uçak bileti bulduktan sonra, köye kasabaya inme işini de kara yoluyla halledebilirsiniz. İran’da ulaşım upucuz çünkü. Bir litre benzinin yaklaşık bir Lira gibi bir fiyatı var. İnsanlar da bunun bilincinde ki, en kısa mesafede bile taksiye biniyorlar. Her memlekette olduğu gibi burada da biraz “hınzır” biraz “paragöz” taksiciler var elbet. Gözünüzü dört açarsanız taksicileri az hasarla savuşturabilirsiniz. “Senin paran burada geçmez” onların lugatına girmemiş henüz maalesef. Ama olsun, İran bunlarla da güzel. Zaten Isfahan içindeki hemen hemen tüm tarihi yerler birbirine yakın olduğundan buralarda taksiye ihtiyaç duymayacaksınız.
Doğru Zaman
Serin bir eylül gününde, yahut tomurcuklar henüz filizlenirken mart nisan dolaylarında turunuza başlamanızı öneririm. Öbür türlü Isfahan seyahati sizin için zulüm olur, yürüyerek sokakların tadına varmak yerine, taksilere mahkum kalırsınız. Takside de serin serin gideceğim diye düşünmeyin hiç. Klima falan ne gezer. Çok çok pencereyi açarsınız, o da yüzünüze yüzünüze sıcak hava üfler.
İran’ın kuzeyi yemyeşil, dağlık, serinlik ama güneyi yaz aylarında çok sıcak ve bunaltıcı. Isfahan tam olarak güneyde sayılmasa da yaz tatilinde bu şehre gelmek isteyenlere tek tavsiyem, yaz tatilinde buraya gelmemeleridir. Şeriat rejimi nedeniyle erkekseniz bacaklarınızı ve kolunuzun yarısını, kadın iseniz İslami hicab kurallarına göre vücudunuzun örtünmesi gereken kısımlarını örtmek zorundasınız. Bu da alışık olmayanların sıcaktan daha fazla etkilenmesine neden olabilir. Sözün özü biraz şeriat hasebiyle biraz da hava şartları yüzünden bu kente gelme vaktiniz, alacağınız hazzı büyük ölçüde etkileyecektir.
Nakş-ı Cihan Meydanı
İslam Devrimi sonrası ismi İmam Humeyni Meydanı olarak değişmiş olsa da, halkın dilinde ve tabelalardaki parantez içlerinde burası hala Nakş-ı Cihan Meydanı. Nakş-ı Cihan ismi ne kadar hissiyatlı; cihanın haritası manasına geliyor.
Dünyanın ikinci büyük kent meydanıymış, gecesi ayrı gündüzü ayrı güzel. Bu koca meydan iki uçtan kapalı çarşılara, iki camiye, bir saraya ve her gün milletlerce insana ev sahipliği yapıyor. Seyahatinizin ilk günlerinde adım atacağınız ilk yer burası olacaktır. Serin bir eylül gününde buradaysanız eğer, belki de tüm gününüzü sıkılmadan geçirebilirsiniz. Meydanın etrafını turlamak için ise maalesef faytonlar var. Dilerim ki faytonla değil kendi imkanlarınızla turlarsınız bu meydanı.
Bu arada Nakş-ı Cihan, Unesco’nun Dünya Mirası listesinde yer alıyor. Mademki bu bir gezi yazısı, böyle can alıcı bilgiler vermek boynumun borcudur. Ama Isfahan’da bu kültür miraslarından daha nicesi var.
Ali Gapu Sarayı
Meydan bir saraya ev sahipliği yapıyordu ya hani, işte Ali Gapu bu sarayın ismi. Rivayete göre Şah Abbas merasimleri hep bu saraydan izlermiş. Siz de altı katlı bu sarayın en üst katına çıkarak enfes bir Nakş-ı Cihan manzarası seyredebilirsiniz. Üstelik meydanın en güzel fotoğrafını da buradan çekebilirsiniz.
Mescid-i Cuma
Ta sekizinci yüzyıldan kalma bu cami de yine Dünya Mirası listesinde ve oldukça iyi korunmuş. İran yüzyıllarca başka başka medeniyetlere ev sahipliği yaptığından mimariye de bu yansımış. Şiiler için kutsal sayılan günlere denk gelmezseniz camiyi ücretsiz ziyaret edebilirsiniz. Çok büyük ve alışılagelmişin dışında bir yapısı var. Bu arada Mescid-i Cuma gibi büyük ve diğerlerine nazaran daha mühim camilerde, kapıdaki görevliler girişte üzerinize toz alma aparatıyla bir şey sürüyorlar. Gül suyuna benzer bir kokuymuş bu. Başta tozunuzun alındığı hissine kapılabilirsiniz.
Bir de Mescid-i Cuma’ya fotoğraf makinasıyla girmemeniz daha iyi olacaktır, pek hoş karşılamıyor ve izin vermiyorlar çünkü. Kameranızı emanete bırakmanızı rica ediyorlar.
Si-O-Se Pol
Nakş-ı Cihan Meydanı’ndan sonra bana kalırsa şehrin en güzel yeri Si-O-Se köprüsü. Zaten meydana da oldukça yakın.
Bir şehrin dokusunu, hikayelerini en iyi orada yaşayanlardan öğrenebilirsiniz. Yedi kat yabancıdan ayaküstü tarih dersi dinlemek gibisi yok. Köprüde turlarken rastlaştığınız insanlar muhakkak size buranın hikayesini anlatacaktır.
Köprünün mimarı, zamanında ülkeye esir olarak getirilip sonradan koca Fars Eyaleti’ne vali olarak, Şah’tan sonra en önemli ikinci adam konumuna gelen Allahverdi Han. Köprüyü de “soylu”luk zamanlarında inşa ediyor tabii. E köprüye neden kendi adını vermemiş diyeceksiniz, o vermese de köprü Allahverdi Han köprüsü olarak da biliniyor zaten.
Artık memleketinden zorla alınıp götürüldüğü için mi, anadiline özlem duyduğu için mi nedir, köprüye bu ‘Otuz Üç’ adını veriyor. Si o se otuz üç demek yani Farsça’da. Otuz üç ise köprüdeki kemer sayısı değil, Gürcü alfabesindeki harf sayısı imiş. Allahverdi Han da köprüye bu şekilde imzasını atıp nesilden nesile anlatılagelmiş.
Kemerlerin arasına tünemiş aşıklarla, türkü söyleyenlere, bir ucundan öbürüne volta atanlarla köprüde çok güzel bir gün geçirebilirsiniz. Ama köprü gece ışıklarla da bir başka güzel. Aslında Isfahan gece ayrı gündüz ayrı güzel.
Si-O-Se köprüsü altından akan Zayende Nehri üzerine konuşlanmış başka köprüler de var, hatta Isfahan’da yığınla köprü var. Khaju Köprüsü, Urgan Köprüsü, Kelle köprüsü bunlardan başlıcaları. Ama Isfahan, Si-O-Se Pol ile özdeşleşmiş bir kere, ilk poz mecburen burada verilecek.
Culfa Mahallesi
Mahalleye adım attığınız andan itibaren şehrin tüm atmosferi bir anda değişiyor. Hani şu Si-O-Se Pol altından akan nehir var ya, işte bu nehrin güney ve kuzey yakası adeta iki ayrı alem. Şah Abbas zamanında burada altın çağlarını yaşayan Ermenilerin nüfusu şu an bir hayli az da olsa, mahalle inadına özgür. Burada sanki yalnızca “rich kids of Esfahan” hüküm sürüyor sanki.
Tipik İran restoranlarının yanı sıra, lüks kafe ve bistrolar var burada. Berber dükkanları yok mesela, “hair styling” tabelaları var. Arabalar daha havalı bu semtte. Nispeten daha modern giyimli insanlar var.
Maziden ne kalmış peki? Vank Katedrali en görkemlisi olmak üzere pek çok kilise var. Köprü ziyaretinden sonra şehrin bu yakasına geçmenizi elbette öneririm. İran içinde başka bir diyara adım atmak gibi aynı.
Heşt Beheşt
Yani diyor ki Yedi Cennet. Yine Safavi zamanından kalma bu saray restorasyon çalışmalarıyla ayakta duruyor. Hatta bana kalırsa sarayın içinden çok bahçe düzenlemesi dikkat çekiyor. Dürüstçe söylemek gerekirse de Ali Gapu Sarayı’nın çinilerle, renklerle bezeli iç düzenlemesi gibi bir şölen yok içerisinde. Hatta dışarıdan uzaktan izlemesi daha güzel. Çünkü, hariciler, İranlıların ödediği paranın neredeyse yedi katını ödeyerek müzeleri, sarayları ziyaret ediyorlar.
Çehel Sütun, Sallanan Minare, oranın hemen yanı başındaki Ateş Kadehi de Isfahan’da görülmeye değer yerlerden. Fakat unutmayın, buralara giriş İranlılar için sadece üç bin Tümen. Haricilere ise yirmi bin.
Isfahan’da da İran’ın hemen her kentinde olduğu gibi parklar, bahçeler çok düzenli. Çünkü parklar aslında vatandaşın yegâne sosyalleşme alanı. Çayını, yemeğini alan insanlar bazen geceyi parkta da geçirebiliyor. Çünkü hemen her ailenin bir çadırı var. Her parkta değil ama merkezi büyük parklarda yirmi dört saat güvenlik de mevcut. Güvenlik görevlisi değil, gerçekten polis. Seyyar bir karakolları da var.
Konaklamak için pek çok seçenek mevcut. İlk akla gelen, sokakta avare avare dolanıp, birinin sizi evine davet etmesini beklemek. Hayır ben planlı programlı bir insanım diyorsanız başka seçenekler de var elbet. Şeriatın bir cilvesi olarak, hostel kültürü yok maalesef. Sadece oteller var. Fakat odanızı internetteki otel rezervasyonu sitelerinden ayırma şansınız yok. Yani otel rezervasyonu için ya o otelin sitesini bulup bir şekilde iletişime geçeceksiniz ya da otelin kapısına kadar gideceksiniz. Otel dışında, eğer bir çadırınız varsa muhakkak İran’a gelirken getirin. İran kamp için de gayet uygun ve güvenli.
Madem uygun bir uçak biletiyle buralara dek geldiniz, gelmişken Kashan’a, Yezd’e ve elbette ki Şiraz‘a uğramayı ihmal etmeyin. Cihanın yarısı Isfahan’sa öbür yarısı da bu üçüdür belki, gidip görmeden bilemezsiniz.