Güzel Boğaziçi’nin Anadolu kıyısında, Üsküdar, Paşalimanı ve Beylerbeyi arasındaki vadide nazlı nazlı oturan Kuzguncuk; korusu, sahili ve kendine has renkleriyle İstanbul‘un kent dokusunda en özgün parça olarak kalabilmiş, o naif mahalle kültürünü koruyan ender boğaz semtlerinden.
Yedi tepeli şehrin deniz kıyısındaki bu şirin semti, boğaz vapurunun Üsküdar’dan önceki son durağı; hanımeli kokulu caddeleri, bahçeli şirin evleri, Arnavut kaldırımlı dar sokakları, iskelesi, bostanı; güler yüzlü medeni insanları, kedileri, köpekleri ve martılarıyla şehrin merkezinde ama şehirleşmemiş masalsı bir yazlık kasabayı andırıyor.
Çünkü Kuzguncuk’ta zaman kendine has bir çizgide akıyor. İstanbul’un gerdanına inci gibi dizilmiş cami, kilise ve sinagoglarıyla eskiden beri Müslüman, Yahudi, Hristiyan, Ermeni ve Rumların kardeş gibi yaşadığı Kuzguncuk, Anadolu mozaiğine kendi renginde bir parça ekliyor. İstanbul’un en sevgi dolu mahalle sakinlerinin yaşadığı, esnafının yardımseverliği bu koca metropolün malumu olan Kuzguncuk’un, kentin Anadolu yakasındaki ilk Musevi yerleşim bölgesi olduğu biliniyor.
Halen Musevi Mezarlığı’nda boğaza nazır uyuyan Musevilerden önce ise, II. İustinos’un, semti “Altın Kiremit” anlamına gelen “Hrisokeramos” adıyla yaptırdığı, isminin ise altın yaldızlı kiremitlerle kaplı bir kiliseden geldiği de söyleniyor. Bir efsaneye göre de “Kuzguncuk”a evrilen kelimenin kökeni “Kosinitza” olsa da; Evliya Çelebi, Fatih zamanında buraya yerleşmiş “Kuzgun Baba” adlı bir veliden geldiğini savunuyor.
Üç semavi dinin ve hoşgörülü cemaatinin buluştuğu Kuzguncuk’un Avrupa Musevileri için apayrı bir önemi var: “Kutsal topraklara varmadan önceki son durak” olarak kabul edilen Kuzguncuk, vaat edilen topraklara gidemeyen Yahudilerin, hiç değilse yerleşip burada ölmeyi ve buraya gömülmeyi vasiyet ettikleri biliniyor. Geçmişten beri Rumların, on sekizinci yüzyıldan itibaren de Ermenilerin yerleşmesiyle tebaası gayrimüslim ağırlıklı olagelen Kuzguncuk’ta Türkler için ibadethane bulunmaması bir başka dayanışmayı beraberinde getirmiş.
Sahil kesiminde, boğaz yolu üzerindeki Ermeni Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi kendisine ayrılmış olan bahçenin yarısını cami yapılması için bağışlamış. Yapım esnasında kilise vakfından buradaki inşaata para ayrıldığı gibi, yapımında da pek çok gayrimüslimin emeği geçmiş. Kuzguncuk’ta dinler o denli iç içe ki cenaze namazında selam verirken Kuzguncuk Cami’nin (Yeni Cami) bitişiğindeki Surp Krikor Lusavoriç’in tepesindeki haçı görüyorsunuz. Günümüzde her ikisinin kubbesi de aynı yükseklikte.
Günümüzde Kuzguncuk’un ana caddesi, eskiden ise dere yatağı olan İcadiye Caddesi üzerinden köprülerle geçilir, her iki yakasında da kahvehaneler ve meyhaneler bulunurmuş. Şimdi ise caddenin sol yakasında Beth Ya’akov Sinagogu, hemen yanında ise Ayios Yeorgios Rum Ortodoks Kilisesi var. 1878’de inşa edilen sinagog Kuzguncuk’taki Yahudi nüfusun İstanbul’un başka bölgelerine ve hatta bir kısmının da 1967’de ise İsrail’e gitmesine rağmen, halen yakın olanların Şabat ayini için düzenli olarak geldiği ve yıl boyunca yurt dışından misafir ve turist ağırlayan bir sinagog.
On yedinci yüzyılda İspanya’dan kaçarak Osmanlı’ya sığınan Museviler’in “Bella Vista”sı olan Kuzguncuk’ta, Yakup Sokak’ta 1840‘larda yapılan Bet Nisim Sinagogu (Kal de Ariva Sinagogu) yer alıyor. Yalnızca yaz aylarında hizmet veren Bet Nisim’de Kuzguncuk sinagoglarının geçmişine ait dini obje ve resimler sergileniyor. Beth Ya’akov’un hemen yanındaki Ayios Yeorgios‘un biraz ilerisinde sağda da Ayios Panteleimon Kilisesi bulunuyor.
Üryanizade Sokak, Kuzguncuk’un bu derin ruhunu ve semtin tarihini hissedebileceğiniz en güzel yerlerden. Mimar Nevzat Sayın’ın mahalle çocuklarıyla birlikte duvar resimleri yaptığı Üryanizade Sokak’taki ufak tefek binaların hemen hemen hepsinin çatı katlarından, inanılmaz bir kilise, cami, sinagog ve boğaz manzarasını seyretmek mümkün. 1860’ta İkinci Abdülhamid’in şeyhülislamlarından Üryanizade Ömer Efendi’nin yaptırdığı Üryanizade Cami tam deniz kıyısında.
Kuzguncuk’tan Beylerbeyi’ne doğru ilerlediğinizde karşınıza çıkan ahşap köşk ise yine aynı yıllarda dönemin adalet bakanı Mahmut Cemil Efendi için İtalyan mimar Alberti tarafından yapılmış. Cemil Molla Köşkü, dönemin kültür merkezi görevini görmüşse de ününü Osmanlı’nın ilk telefonuna, ilk sinemasına ve ilk fotoğraf stüdyosuna ev sahipliği yapmasından geliyor.
Kuzguncuk’un metropolün keşmekeşinden uzak, gülümseyen insanların huzurlu enerjisiyle çevrili sımsıcak bir tarihi İstanbul mahallesi. Kuş cıvıltılarının arasında, bol oksijenle İstanbul’un güzel köşesi Kuzguncuk’u ziyaret edin. İstanbul uçak bileti kampanyalarını takip edin.